Azerbaycan tarihi, iktidar merkezlerinin kesişme alanında bulunan diğer ülkelerin tarihleriyle benzerlik gösterir. Hareketli bir coğrafya üzerinde bulunan ülkenin tarihi, bir iktidar mücadelesi ve savaşlar tarihidir. Bugünün Azerbaycan’ının sosyo-politik durumunu anlayabilmek, ancak Azerbaycan topraklarının sahne olduğu çatışmaları, bölünmüşlüğü anlamakla mümkündür. Azerbaycan’ın bu özel jeopolitik durumu, bilhassa 17. yüzyıldan sonra Osmanlı Devleti, İran ve Rusya arasındaki nüfuz mücadelesinin sonuçları, ülkenin modern dönemde karşı karşıya kaldığı sorunları kavramamızda yardımcı olacaktır.
Azerbaycan’da kurulan ilk devlet, M.Ö. 800 yılında Urartular tarafından son verildiği bilinen Manna Krallığı’dır. Azerbaycan toprakları daha sonra sırasıyla Medlerin ve Pers İmparatorluğu’nun eline geçmiştir. Daha sonra bölgede kurulan Atropatene Krallığı’nın bugün Azerbaycan’a ismini veren krallık olduğu düşünülmektedir. İslam’ın yayılmasından önce bölge, Büyük İskender tarafından işgal edilmiş, İran’da Sasanilerden önce iktidara gelen Parthlar tarafından yönetilmiş, ardından Sasaniler tarafından ele geçirilmiştir. Antropatene Krallığı’nın başkenti Gazaka’ya bir mabet yaptıran Sasaniler, burayı Zerdüştiliğin önemli merkezlerinden biri haline getirmişlerdir. Zaman zaman kısa bağımsızlık dönemlerine sahne olan bu işgaller süreci, Azerbaycan’ın zengin kaynaklarının sonucu olan jeostratejik önemini gözler önüne sermektedir.
Bugünkü Azerbaycan topraklarında 4. ve 10. yüzyıllar arasında Hristiyanlık, Mazdeism ve İslam olmak üzere üç din hüküm sürmüştür. Hristiyanlık ve Mazdeism zaman içerisinde bölgede hakimiyetini kaybetmiş ve İslamiyet’in hakimiyeti kalıcı olmuştur. 6. ve 7. yüzyıllarda Bizans ve Sasani İmparatorlukları Azerbaycan toprakları üzerinde defalarca savaşmışlardır. Azerbaycan’ın fethi, 642’de Hz. Ömer döneminde gerçekleştirilmiştir. Bizans İmparatoru Herakleios, Arap fethine uzun bir süre direnmiş, fakat Bizans İmparatorluğu’na karşı bölgeyi ele geçirmenin önemini bilen Arap kuvvetleri, mücadelede ısrarcı davranmıştır. Azerbaycan, Emeviler döneminde fetihlerde üs olarak kullanılmıştır. İslamiyet’in beraberinde getirdiği canlı şehir hayatı ve ticaret bölgede etkisini göstermiştir. Fakat Abbasilerin zayıflamasıyla bölgede mahalli hanedanlıklar kurulmuştur.
Bu dönemden sonra, bölgeyi yakıp yıkan Moğol istilasına kadar bölgede Selçuklu Türklerinin hakimiyetini görmekteyiz. Aslında Türklerin bugünkü Azerbaycan topraklarına yerleşmesi, 5. ve 7. yüzyıllar arasında gerçekleşmiştir. Gelen ilk Türk boyu olan Sakalar (İskitler), uzun süre bölgede yaşamıştır. Ancak 10. ve 11. yüzyıllarda Türkler, bölgede hakim etnik grubu oluşturmaya başlamışlardır. Başlangıçta zorunlu olarak kuzeydeki kurak bölgelerden göç ederek bölgeye yerleşen Oğuzlar, Azerbaycan’daki yerel hanlıkların iktidarına bir tehdit oluşturmamış; bölgenin şehir hayatından dışlanmış şekilde kırsal kesimlerde yaşayan Türk boyları ile bütünleşmişlerdir. Ancak Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, 1020’lerde bugünkü İran topraklarının, 1054’te ise Azerbaycan topraklarının önemli bir kısmının hakimiyetini ele geçirmiştir. Tuğrul Bey’den sonra başa geçen Alparslan ise Azerbaycan topraklarının tamamını Selçuklu egemenliği altına almıştır.
Selçuklu iktidarı ile birlikte Azerbaycan’da siyasal iktidar Türklerin eline geçmiş ve Türkler hakim etnik grup olmuşlardır. Lakin Selçuklular döneminde devlet, eğitim ve edebiyat dili olarak ne Türkçe, ne Arapça kullanılmış, bunun yerine Farsça tercih edilmiştir. Fars edebiyatı gelişme göstermiş, bazı Selçuklu sultanları Farsça şiirler kaleme almışlardır.
Anadolu ve Mezopotamya ile birlikte Azerbaycan’ı da istila eden Moğollar, 1222 ve 1231 yıllarında bölgeye iki sefer düzenlemişlerdir. Ancak Azerbaycan, istilaya maruz kalan diğer bölgelere nazaran daha az zarar görmüş ve bölgenin Moğol İmparatorluğu’na dahil olma süreci 1250’de başlamıştır. Bunun bir sebebi, Moğol hükümdarı Hülagü’nün, güçlerini büyük ölçüde Mezopotamya’ya ve Abbasilere yöneltmesidir. Moğollar ilk dönemlerde Arapça ve Farsça’yı yasaklayarak yerine Moğolca ve Uygur Türkçesi’ni koymuşlardır. İlhanlılar döneminde Moğollar, İslamiyet’i kabul etmiş ve bu dönemde Farsça tekrar kullanılmaya başlanmıştır. Moğolların Azerbaycan’daki iktidarı Timur’un ölümüyle birlikte sona ermiştir. Moğol istilası topluma zarar vermiş, halkı yokluk içerisinde bırakmıştır. Bununla birlikte bazı direniş hareketleri ortaya çıkmış, bölgede gizli de olsa dervişlerin öncülüğünde tasavvuf hareketleri canlanmıştır. Bölge daha sonra Harzemşahlar ve Timurluların hakimiyetine girmiştir. Celaleddin Harzemşah 1225’te Tebriz’i ele geçirmiş, şehir bu dönemde dünyanın en gözde ilim, sanat ve ticaret merkezlerinden biri haline gelmiştir.
Moğolların ardından bölgede önce Karakoyunlu (1380–1468), sonra da Akkoyunlu (1340–1514) idaresi görülmüştür. İki devletin bölge üzerindeki mücadelesi 18 yıl sürmüş, 1453’te bugünkü Azerbaycan topraklarını kendi aralarında paylaşmışlardır. Anlaşma sonucunda bugünkü Azerbaycan Cumhuriyeti toprakları Akkoyunluların idaresinde kalmıştır. 16. yüzyılın başında Akkoyunluların yıkılmasıyla Azerbaycan toprakları Safevilerin eline geçmiştir. Safevilerin Şiiliği devlet mezhebi ilan etmeleriyle bu mezhep Azerbaycan topraklarında da yayılmıştır. Böylece Şiilik, Azeriler için birincil kimlik haline gelmiştir. Safeviler döneminde tarım ve komşu ülkelerle ticari ilişkiler gelişmiş, Moğol istilasının bıraktığı yıkım büyük ölçüde telafi edilmiştir. Safevi hükümdarı Şah İsmail’in Tebriz’i başkent yapması ile şehir zenginleşmiştir.
Fakat 15. yüzyılın sonlarında Safeviler ile Osmanlı İmparatorluğu arasında başlayan savaşlar halkın refahında yeniden gerilemeye yol açtı. Bu savaşlar aralıklarla yaklaşık 150 yıl devam etti ve Azerbaycan toprakları kimi zaman Osmanlı, kimi zaman Safevi idaresine girdi. Şii-Sünni mücadelesinin en yoğun olduğu dönemde, 1514 yılında Yavuz Sultan Selim Şah İsmail’i Çaldıran’da yenilgiye uğratarak Tebriz ve Güney Azerbaycan’ı Osmanlı topraklarına kattı. Kısa bir süre sonra tekrar Safevilerin idaresine giren bölge, Kanuni döneminde yeniden Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır. Kanuni’nin 1534 yılında gerçekleştirdiği Irakeyn Seferi ile Azerbaycan’ın tamamı Osmanlı Devleti idaresi altına girmiştir. Ancak Şirvan, Dağıstan ve Tiflis hanlıklarının Safevilere karşı isyan etmeleri ve Osmanlı Devleti’nden yardım istemeleri üzerine Osmanlı-Safevi mücadelesi yeniden başlamıştır. Azerbaycan’da Osmanlı yönetimi tam olarak kurulamadığından ve Osmanlı Devleti iç meseleleriyle fazlaca meşgul olduğundan, bölgedeki Osmanlı hakimiyeti kesintiye uğramış ve bölge zaman zaman Safevilerin yönetimine geçmiştir. Bununla birlikte Safevi Devleti Osmanlı Devleti’ne yıllık vergi ödemek şartıyla elindeki topraklarda hakimiyetini devam ettirmiştir. IV. Murat döneminde Osmanlı’nın Azerbaycan’ı tekrar ele geçirmek gibi bir girişimi olduysa da, bölgeyi Safevi idaresinden geri almak mümkün olmamıştır. Bu dönemde bölge toprakları üzerinde Safeviler, Osmanlılar ve Rusya birbirleriyle daimi bir mücadele içinde olmuşlardır.
Safeviler ve Osmanlılar arasındaki mücadele ve bu mücadelenin beraberinde getirdiği Şii-Sünni ayrımı, Azeri toplumsal yapısı üzerinde belirleyici rol oynadı. Rus egemenliği öncesinde bölgede görülen bu etki iledir ki, 20. yüzyıl başına kadar İslam, toplumsal kimliği belirleyici unsur olmuş, halkın grup kimliğini belirleyici temel unsur, etnisiteye ya da dile dayalı farklılıkların önem taşımadığı ümmet birliği olarak ortaya çıkmıştır.
1747’de Safevi hükümdarı Nadir Şah’ın ölümü ile Azerbaycan’da Safevi hakimiyeti sona ermiştir. Bundan sonraki 50 yıl boyunca Azerbaycan siyasi çekişme ve iç savaşlara sahne olmuştur, zira birbirinden bağımsız farklı hanedanlıklar bölge topraklarını paylaşma konusunda mücadele etmiştir. Kuzey Azerbaycan’da Karabağ, Şeki, Gence, Bakü, Derbend, Kuba, Nahcıvan, Taliş ve Revan hanlıkları ile güneyde Tebriz, Urmiye, Erdebil, Hoy, Makü ve Meraga hanlıkları bu dönemde kurulmuştur. Bu hanlıklardan hiçbiri Azerileri bir çatı altında toplama gücüne sahip olamamış ve dolayısıyla Azeriler kendilerini yöneten dış güçlere boyun eğmek mecburiyetinde kalmışlardır.
Rusya’nın Kafkasya’daki işgalleri 18. yüzyılda başlamış, dünyadaki sömürgecilik faaliyetlerine paralel olarak 19. yüzyılda hız kazanmıştır. Güney Kafkasya’da bulunan Azerbaycan da bu faaliyetlerden nasibini almıştır. Azerbaycan’a ilk Rus akını Safeviler yönetimi döneminde 1735’te gerçekleşti. II. Katerina döneminde (1768–1796) Rusların güneye doğru ilerlemesi devam etti. Katerina döneminin ardından Azerbaycan hanlıkları zaman zaman Rus ordularına saldırdılar. Ancak Ruslar, 1805’te Gence Hanlığı ile yaptıkları savaştan sonra bölgeyi ele geçirdiler. İşgal sırasında Gence halkı katledildi, camiler kiliseye çevrildi. Ruslar 1806’da da Derbend ve Kuba hanlıklarını topraklarına kattı. Özellikle Gence ve Bakü hanlıkları, Rus işgaline karşı direnmişlerdir. 1803–1813 Rus-İran savaşlarının sonunda imzalanan Gülistan Anlaşması ile Gence, Şeki, Bakü, Derbend, Kuba ve Taliş hanlıkları Rusya’ya, Güney Azerbaycan hanlıkları ise İran hakimiyetine bırakıldı. Ruslar İran ordusunu yenerek Tebriz’i ele geçirince, iki ülke arasında Türkmençay Antlaşması (1828) yapıldı. Bu anlaşma ile Azerbaycan toprakları, Aras nehri ve Taliş dağları sınır olmak üzere Çarlık Rusyası ile İran arasında paylaşılmış oldu. Revan ve Nahçıvan hanlıkları Rusya’ya bırakıldı, Hazar denizi de Rus egemenliğine geçti. İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyet ve İngiliz askerleri güney Azerbaycan’ı işgal etmiş ve Sovyetlerin desteğiyle 1945’te Muhtar Azerbaycan Cumhuriyeti ilan edilmiş olsa da, İran 1946’da bölgeyi tekrar ele geçirdi ve cumhuriyetin varlığına son verdi.
İran’da yaşayan Azerilerin sayısı, bugün Azerbaycan Cumhuriyeti olarak adlandırdığımız topraklarda yaşayan Azerilerin sayısından fazladır. Bu nedenle pek çok Azeri tarafından kuzeybatı İran, bugün hâlâ Güney Azerbaycan olarak da adlandırılmaktadır. İran nüfusunun %40’ını Azeriler oluşturmaktadır ki, bu da dünya Azerbaycanlılarının %75’ine karşılık gelmektedir. Azerilerin çoğunluğunun bugünkü İran topraklarında yaşaması ve Azerbaycan’ın Türkmençay Antlaşması ile ikiye bölünmesi, Azerbaycan halkı açısından bölünmüş bir toprak üzerinde yaşayan bölünmüş bir halk sonucunu doğurmuştur. Kuzey ve Güney Azerbaycan arasındaki farklılık sadece coğrafi bir bölünmüşlük değildir. Azerbaycan halkı, Avrupa ile Asya, İslam ve Hristiyanlık, Rusya ve Ortadoğu, Türkler ve İranlılar, Şii ve Sünni İslam arasındaki çekişmelere dayalı bir bölünmüşlük yaşamıştır.
Rus işgali ve idaresi döneminde Azerbaycan halkının yaşadığı değişim ve dönüşüm, Azerbaycan tarihi ve bugünkü halkın kimliği açısından büyük önem arz etmektedir. 19. yüzyılda Rusya, bütün Kafkasya ile birlikte Azerbaycan’da da sömürgecilik faaliyetlerinde bulunmuş, eş zamanlı olarak dünyada da yaygınlaşmaya başlayan fikir akımları aydınlar üzerinde etkisini göstermeye başlamıştır. Bilhassa Panislamizm, Pantürkizm ve Rus aydınlarının ihtilalci görüşleri, Azeri aydınları üzerinde etkili olmuştur. Bu nedenle 20. yüzyıl başları Azeri toplumunda, özellikle aydın kesim arasında değişim rüzgarlarının estiği ve yeni arayışların ortaya çıktığı bir dönem olarak nitelendirilebilir.
Rusya’da esmeye başlayan meşrutiyet rüzgarı ve demokrasi talepleri sonucunda 1905 yılında Çarlık Rusyası’nın meşrutiyet ilan etmek zorunda kalması ve Rusya’da Duma Meclisi’nin kurulması üzerine Azeriler de bazı toplumsal hakları talep etmeye başlamışlardır. Bu dönemde sosyal ve siyasi düşüncede ilerlemeler olmuş, gazeteler kurulmuş, basın yoluyla kamuoyu oluşmaya başlamıştır. Ermeni ihtilalcilerin Azerbaycan topraklarını hedef almaya başlaması ile ülkede nefsi müdafaa bilinci oluşmuş, siyasi birleşmeye yönelik olarak çeşitli parti ve cemiyetler kurulmaya başlamıştır. İlk olarak 1904’te, Bakü’de kurulmuş olan Rus Sosyal Demokrat Partisi’nin Bakü komisyonuna bağlı olarak çalışan Himmet Partisi kurulmuştur. 1905 yılında Bakü’de sonradan Dıfai Partisi olarak anılan gizli Fedai Cemiyeti, ardından da bütün Rusya vatandaşları arasında hukuki eşitlik ve kültür sahasında gelişme isteğiyle Rusya Müslümanları İttifakı kurulmuştur. Ancak Rus Çarı, 1907’de Duma’yı feshederek baskı politikalarına geri dönmüş, Müslümanların ortak din etrafında birleşmesini önlemeye yönelik politikalar uygulamaya başlamıştır.
Azerbaycan ulusal hareketi, iki partinin programında birincil hedef olarak karşımıza çıkmaktadır: Himmet Partisi ve 1911 yılında kurulan Musavat Partisi. Musavat Partisi, kuruluşunda milliyetçilik, istiklalcilik, halkçılık, cumhuriyetçilik gibi ilkeleri benimsemiştir. Partinin lideri Mehmet Emin Re-sulzade Rusya Müslümanlarına hitap eden bir yazısında, “Bağımsız milletler olarak var olmak isteyen milli toplumların, her şeyden önce kendilerini bilmeleri, belirli fikirler ve gayeler etrafında birleşmeleri gerektiğini, bu güç ve inançtan yoksun toplumların kimseye söz dinletemeyeceğini” belirtmiştir. Bu fikirlerin etkisiyledir ki parti, 1917’de Çarlık Rusyası’nın yıkılmasıyla Bakü’nün Kızıl Ordu tarafından işgaliyle Sovyet yönetimine girmesi arasında geçen iki yıllık sürede Azerbaycan’ın bağımsızlığını elde etmesinde temel rolü oynamıştır.
Rusya’da 1917’de gerçekleşen Bolşevik Devrimi ile birlikte Kafkas halklarının özgürlük hareketlerinde yeniden bir canlanma görüldü. Bu hareketler bir temelden yoksun değildi, zira Bolşevikler yayımladıkları ihtilal beyannamesinde herkesin eşit şartlarda olacağını belirtmiş, şu ifadelerde Kafkasya ve Orta Asya halklarına umut vaat etmişlerdir: “Rusya Müslümanları, Volga boylarının, Kırım’ın Tatarları, Sibirya’nın ve Türkistan’ın Kırgızları ve Sartları, Kafkas ötesi Türkleri, Tatarlar ve Azeriler, Kafkasların Çeçenleri ve Dağıstanlılar, Rus Çarlarının zalimleri tarafından camileri, minberleri yıkılmış, dinleri, adetleri çiğnenmiş olanlar, biz sizlere hitap ediyoruz… Bundan böyle sizin akide ve adetleriniz, milli ve medeni bütün müesseselerinizin hür ve her türlü taarruzdan masun olduğu ilan olunuyor. Yani milli hayatınızı hür ve mümanaatsız olarak tesis ediniz. Sizin buna hakkınız vardır…” Bolşeviklerin bağımsızlık taleplerine karşı olumsuz tepkileri ve yönetimleri döneminde Azeriler de dahil olmak üzere halkların karşılaştığı baskı ve kısıtlamalar bu sözlerin gerçekliğinin olmadığını ortaya çıkardı. Ancak bu sözlere dayanarak bağımsızlık arzuları canlanan Kafkas halkları, devrimin ilk yıllarında bağımsızlık yolunda adımlar atmaya başladılar. 1–11 Mayıs 1917’de Moskova’da Rusya Müslümanları Kongresi toplandı. Mehmet Emin Resulzade, kongrede her milletin kendi kaderini tayin hakkını hararetle savundu ve bu büyük kabul gördü. Azerilerin Ermeni ve Gürcülerle bir araya gelerek oluşturdukları Seym Meclisi, Nisan 1918’de Güney Kafkasya Federal Demokratik Cumhuriyeti’ni ilan etti. Ancak bu cumhuriyet iki ayda dağıldı. Musavat Partisi içerisinde Resulzade başkanlığında oluşturulmuş olan Müslüman grubu, Azerbaycan Milli Şurası ismini alarak 28 Mayıs 1918’de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’ni ilan etti.
Yeni cumhuriyetin hükümeti, 4 Haziran 1918’de Osmanlı Devleti ile Batum’da bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma gereğince ülkenin iç ve dış güvenliğini sağlamak amacıyla Osmanlı kuvvetleri bölgeye geldi ve Rusların elindeki Bakü’yü 15 Eylül 1918’de ele geçirdi. Mondoros Mütarekesi’nin ardından Osmanlı kuvvetlerinin çekilmesi ile Bakü İngilizler tarafından ele geçirildi ve yeraltı ve petrol kaynakları İngilizler tarafından kullanıldı.
Self-determinasyona dair verdikleri sözleri unutan Bolşevikler, Kızıl Ordu’yu göndererek 27 Nisan 1920’de Azerbaycan’ı işgal ettiler ve Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’ne son verdiler. 28 Nisan 1920’de Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. Böylece Azerbaycan için Sovyetler Birliği dönemi başladı.
Sovyetler Birliği dönemi, sosyal, kültürel ve ekonomik olarak Azerbaycan üzerinde derin etkiler bıraktı. Sovyetler döneminde Azerbaycan, SSCB’nin sosyo-ekonomik sistemine hızla entegre edildi. Moskova’dan yönlendirilen sanayileşme ve kültürel devrimle toplum hayatı dönüşüme uğradı. Ruslar zaten 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Azerbaycan’ı Rus ekonomisinin önemli merkezlerinden biri haline getirmişlerdir. Ülke, bilhassa zengin petrol rezervleri ile dikkat çekmektedir. Bölge, 1880’lerde dahi dünya petrollerinin %50’sini üretmekteydi. Sovyetler Birliği döneminde de 1920’lerden 40’lara kadar, SSCB’de çıkarılan petrolün %50-60’lık bir kısmı Azerbaycan’da çıkarılmaktaydı. Sovyetler Birliği 70 yıllık yönetimi süresince Azerbaycan’ın kaynaklarından, verimli topraklarından azami düzeyde faydalanmıştır. Özellikle oluşturduğu 100 farklı üretim sektörüyle sanayileşme potansiyelini kullanmıştır. Bu sayede Azerbaycan’da ticaret ve ulaşım sektörleri de gelişme göstermiştir.
Bu dönemde eğitim ve kültür hayatı da merkezî olarak Moskova’dan yönetilmiş, tüm toplum Sovyet yönetiminin istediği doğrultuda şekillendirilmiştir. Eğitime verilen önem dolayısıyla okuma yazma oranı %100’e çıkmış, sektörlerin planlandığı gibi işleyebilmesi için pek çok kalifiye eleman yetiştirilmiştir. Ancak eğitimin içeriği Sovyetleştirme politikasını destekleyecek şekilde hazırlanmıştır. 1939’da resmi olarak Kiril alfabesine geçilmiş, böylece yeni neslin geçmişiyle ve Türkiye’yle olan bağları koparılmıştır. Kiril alfabesi, Ruslaştırmanın önemli bir aracı olmuştur. Daha önce resmi olarak Türkî adı verilen dilin adı, Kiril alfabesine geçilmesiyle birlikte Azerbaycan dili olarak değiştirilmiştir.
Sovyet yönetimi yalnızca Pantürkizm’e karşı değil, Panislamizm’e karşı da resmi baskı ve propaganda yürütmüştür. Dinî faaliyetler yasaklanmış, cami ve medreseler kapatılmıştır. Özellikle 1930 ve 40’larda din adamlarına yönelik yoğun bir tahliye ve baskı süreci yaşanmıştır. Ruslaştırma politikalarına karşı çıkan aydınlar 1933–1937 yılları arasında ya sürgüne gönderilmiş ya da öldürülmüştür. Eğitim kurumlarında ateizm empoze edilmiş, yetişkinler de ateizmi empoze eden kurslara tabi tutulmuşlardır. İslam’a yönelik baskılar İran İslam devriminden sonra daha da artmıştır.
Sovyetler Birliği Mikail Gorbaçov’un 1985’te ülkenin başına geçerek başlattığı açıklık (glasnost) ve yeniden yapılanma (perestroika) politikalarıyla çöküş sürecine girmiş; buna paralel olarak Azerbaycan’da da Komünist Partisi’ne muhalif teşkilatlar kurulmaya başlanmıştır. Böyle bir ortamda, Temmuz 1989’da Azerbaycan Halk Cephesi (AHC) kurulmuştur. Moskova’da 1991’de gerçekleşen darbenin ardından Azerbaycan’a 1918–1920 yılları arasında sahip olduğu bağımsızlık statüsü verilmiştir. 1992’de gerçekleşen seçimlerle Azerbaycan komünist dönemi geride bırakmıştır.
Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/azerbaycan/13075-azerbaycan-tarihi.html#ixzz1biRoLFCC